8 Aralık 2013 Pazar

EÇEV



Geçen ay hayatıma yeni bir şeyler girdi. 10 Kasım'dan beri durmadan bir oraya bir buraya koşturuyorum, gençleşiyorum :)

EÇEV de, bu koşuşturmalardan biri işte. Ege Çağdaş Eğitim Vakfı'nın Altındağ Rasih Somer Eğitim Merkezi'nde hanımlar için elişi dersleri yapıyoruz. İnanılır gibi değil ama bana 'hocam' diye hitap ediyorlar.Bu ne güzel keyif...

altindagpanaromic01.jpg
EÇEV Altındağ Rasih Somer Eğitim Merkezi 
 400'e yakın ilköğretim öğrencisi her gün okuldan çıkınca ders çalışmaya buraya geliyor. Üniversite öğrencisi gönüllü ablalarıyla abileriyle ya da zaman ayırabilen öğretmenleriyle derslerini pekiştiriyorlar. Bu şahane çocuklar da bana 'öğretmenim' diyor. Yolda beni görünce 'öğretmenim, öğretmenim ' diye bağırıyorlar, el sallıyorlar. Öyle keyifli bir his ki bu, insanın yürüyüşünü değiştiriyor :)


Benim EÇEV'de keyfim pek yerinde. Bir sürü güzel insan tanıdım, bir sürü iyi kalpli insan. Tabi bunlar sadece EÇEV'in bana yaşattığı hisler. Yaptıkları işleri bir görmek gerek bence, bir incelemek gerek.

Bir 5 dakikanız varsa www.ecev.org.tr adresine bakmanızı rica ediyorum. Bekli bağışçı, belki benim gibi gönüllü olursunuz, belki sadece gelip görürsünüz nerede neler yapılıyor diye. Zaten gelir de görürseniz , bir daha ayrılamazsınız :)

Bu arada bir kermese hazırlanıyoruz, aklınızda olsun. Yerini ve zamanını önümüzdeki hafta yazarım.  Gelirsiniz di mi ???

E hadi rastgele...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

kediler , kuşlar

Bu hafta İstanbul'dan sipariş aldım, bunları yaptım. 

'Süt içen kediler' keten kumaş üzerine, tavus kuşları ise ketenet kumaş üzerine rengarenk keçe kumaşları ile. 
süt içen kediler

tavus kuşları
 Bunlar da daha önce bej renkli bir kumaş üzerine yaptığım tavus kuşları.

Tavus kuşu uğur, bereket derler. Umarım gittiği eve de bereket getirirler, iyi günlerde kullansınlar :)
 

26 Temmuz 2013 Cuma

Deniz kabukları

Deniz kabuklarını severim, çünkü hep çocukluğumu hatırlatır bana.

Biz deniz kenarında büyüyebilen şanslı çocuklardandık. Annem de babam da denizi sever, denizi öğretirdi.

Yüzmeyi öğrendiğimde sekiz yaşındaydım. Öğrenene kadar da biraz ürktüm denizden. Bu yüzden kolluk, can simidi, palet, deniz gözlüğü gibi ekipmanların tamamını üzerimde taşır ama denizden dudaklarım morarmadan da çıkmazdım. Denizden donarak çıktığımda annem koşup havluyla sarardı beni. Babam da ne yazık ki bu anları fotoğraflarla ölümsüzleştirirdi :) O kadar malzeme ve üzerimde de havlu, uzun ıslak saçlar ve morarmış, titreyen dudaklarla korku filmlerinden çıkmış deniz canavarları gibi görünürdüm. Ve bu şekilde onlarca fotoğrafım var :))

Morarmam ve titremem geçene kadar yüzmeme izin yoktu. Bu yüzden deniz kabukları toplardım. Yüzlerce, binlerce deniz kabuğum oldu yıllar içinde. Bu yaşıma geldim hala sakladıklarım var ve halen topluyorum.

Sekiz yaşımda yüzmeyi öğrenince Nildeniz marka turuncu paletlerimin ve deniz gözlüğümün benim bir parçam olduğunu sanmaya başladım :) Ve denizin altını o zaman keşfettim. İşte o zaman, deniz kabuklarının suyun altında daha da güzel olduklarını anladım. Bir de denizatlarının ne güzel salındıklarını.
Sonra da yoldan çıktım zaten. Evde bir yosun koleksiyonum vardı, odamı korkunç kokuturdu. Bir de evcil ahtapotum oldu. Mavi plastik leğende besledim. Bakkala falan giderken de 80'li yılların meşhur plastik sepetlerinde gezdirirdim onu. Kollarıma dolayıp dolaştırdığımda ise garip garip bakardı insanlar Çandarlı'da. Sanırım mahalleli deli olduğumu düşünüyordu :) Çok sevdim ben denizi.

Bir süredir de - elimden geldiğince- oğluma öğretiyorum denizi, denizin altını, denizle anlaşmayı.

Bu hafta biraz deniz kabuklarıyla özlem giderdik :)

deniz kabuklarım



16 Temmuz 2013 Salı

Diktim, dikiyorum, yine dikeceğim....

Bu İzmir denen yer çok sıcak ya, insanın ömrünü yiyor ya bu sıcak onun için vakit geçirebilmek lazım. Vakit geçirmeyi öğrenmek lazım. Ben de bir yol buldum. Dikiş dikiyorum.Demiştim ya ,blog yazmadım ama boş da durmadım, diye. Durmadım işte. Kumaşlar, keçeler, makaralar, kurdeleler, dikiş makinesi çıktı ortaya. Ev darmaduman :)

''Çilli Horoz''ları sipariş üzerine 40 cm x 40 cm olarak yaptım. Deseni yapmak için keçe kumaşı kullanıyorum. Minik minik şekilleri kesip, kumaşa yerleştirip sonra da el dikişi ile dikiyorum. Sonra da kumaşı yastık haline getirmek gerekiyor tabi ki. Keyifli iş, hem de rehabilitasyon :)

Çilli Horoz














Kavuşma


Sipariş falan almadan, keyif için de bu balıkları yaptım. Beyaz kanvas kumaş üzerine koyu lacivert keçe kumaşı ile. 















Bu masa örtüsünün adını da 'Şarabi' koydum. 140 cm x 140 cm ölçüsü, bej rengi keten kumaş üzerine şarap rengi ve koyu yeşil keçe kumaş kullandım . Örtünün ortasında üzüm motifleri, her köşesinde de birer minik yaprağı var. 
Şarabi

Ben devam ederim bunları dikmeye, e o zaman rastgele...

'Bir bardak da benden...'

Ne zamandır yazamadım. Aslında kendime söz vermiştim her gün yazacağım diye, olmadı işte. Tatsız bir zaman geçirdik,  ama geçirdik bitti.

Bu sırada boş durmadım. Emiralem çileğinin son zamanlarıymış. Canım oğlum için reçel yaptım mesela.

3 kilo Emiralem çileği aldım. Güzelce ayıkladım, yıkadım. Kocaman bir tencereye doldurup üzerine 3 kilo toz şeker döktüm. Benim annemin ölçüleri harikadır. Ama her ölçüye bir ek mutlaka vardır. 'Bir tutam da benden..' ya da 'bir bardak da benden...' ya da 'bir fincan da benden...' ölçüsüdür bu. Yani tüm tarif, ölçüye göre uygulanır ve gözün kestiği bir miktar 'bu da benden... ' denerek eklenir :)

İşte benim çilek reçeli tarifi de bu: 3 kg çilek, 3 kg şeker +1 bardak da şeker benden.

Çilek ve şeker bir arada 1 gece bekliyor, sabah güzelce kaynatılıyor. Ocaktan indirmeye yakın 3 çay kaşığı limon tuzu ekleniyor.Biraz daha kaynatılıp ocaktan alınıyor. Sonra reçelin taneleri ayrılıp, suyu İzmir'in kuvvetli güneşinin ellerine bırakılıyor. 2 ya da 3 gün güneşte bekliyor. Sonra hazır işte.

Daha ne olsun. Mis gibi reçel kokusu eve siniyor. Bir hafta çilek kokusu soluyor insan. O zaman da çocukluk günleri hatırlanıyor.

Ben çocukken öyle kavanozda reçel almak yoktu ki. Annem yapardı reçelleri. Çilek, vişne, kızılcık, kayısı, ayva. Hiç bitmezdi o zaman evde reçel. Kavanozlara doldurulur buzdolabının alt raflarından birine yerleştirilirdi.Bittikçe yeni bir kavanoz çıkardı ortaya. Ve tabi evler arası bir reçel transferi olurdu mutlaka. Her anne yaptığı reçelden ufak bir kavanoz da komşularına verirdi. 'Ben bu sene marmelat yaptım', ' tühh vişnenin zamanını kaçırdım ' gibi sohbetler olurdu. İşte o zamanlarda evlerde hep çilek kokusu olurdu.

Benim çilek reçelleri de hazır. Kimisi hediyelik , kimisi yemelik :)


Şimdi kayısı zamanını bekliyorum, rastgele...


30 Haziran 2013 Pazar

Teldeki 'Ayakkabı'

Yaz günü, saat altı falan olunca sıcaktan ne yapacağımızı şaşırır hale geliyoruz. Bisiklete binmek en güzel çözümlerden biri. Onun için sık sık bisiklete biniyoruz biz oğlumla.

Rotamız neredeyse hep aynı. Karşıyaka Evlendirme'den yola çık, Bostanlı'ya doğru git, yorulmuşsan Yasemin Cafe'de mola ver. Moladan sonrası keyfe keder. İster Mavişehir'e, ister Atakent'e, ister eve, ister oyun oynamaya.

Böyle bisiklet turları bana yeni yeni şeyler öğretiyor aslında. Bazı insanlar garipseyerek bakıyor bana. Kocaman kadın bisikletin tepesinde, olacak iş değil, yorumu gözlerinden okunuyor. Aynı zamanda çiğdem çitleyerek atılan bu bakışlar pek de umurumda olmuyor. Bazen de, başka insanların gözlerinde, ayyy ne güzel, oğluyla bisiklete biniyor, bakışı oluyor. Bu bakışa bayılıyorum.

Çocuklarla büyüyen insanlar yaşlanmıyor ki. Benim sadece görüntüm büyüyor, yoksa kalbim, beynim, oğlum Efe'yle akran.

Neyse işte. Bu bisiklet gezileri sırasında hep gördüğümüz bir 'teldeki ayakkabı' durumu var. Bostanlı Demokrasi Meydanı'nın hemen yanındaki parkın üzerinden geçen elektrik telleri bunlar.

Tellerin üzerinde ayakkabılar. Genellikle gençlerin tercih ettiği markalar. Bağcıkları birbirine bağlanarak tellerin üzerine atılmış bir sürü ayakkabı. Bazısı eskimiş, bazısı gayet giyilebilir durumda. 

Ben bunlara taktım kafayı bir kere. Her geçişimizde bakıyorum, kimi zaman fotoğraflarını çekiyorum ama her zaman sayıyorum. Kaç ayakkabı var ? Sayı hiç sabit kalmıyor. İki fazla, bir eksik, beyaz ayakkabı gitmiş, mavi gelmiş gibi tespitlerde bulunuyorum kendimce. 

Sonunda dayanamadım Demokrasi Meydanı'nın müdavimi olan kaykaycı delikanlılara danışmaya karar verdim. 'Artık kullanmayacağımız ayakkabıları oraya atıyoruz abla' dediler.

Ancak garip olan bir şey var. Birileri kullanmayacağı ayakkabıları atıyor tellere, tamam bunu anladım. Birileri de alıyor bu ayakkabıları. Birinin kullanmadığını diğeri kullanıyor çünkü. Garip olan, böyle bir alışverişin bu kadar içten ve sessiz yapılma yöntemi bence. Yaklaşık bir aydır, ne zeki bir gençlik, ne akıllı gençlik, helal olsun gençlere, deyip duruyoruz hepimiz. 

Bir kere daha helal olsun...
Daha güzel ayakkabı var mı ?  Bence yok :)

28 Haziran 2013 Cuma

balkon sefası

Biz İzmirli milleti, balkonlarımızı severiz, hatta çok severiz. Yaz yaklaşınca bir balkon telaşı da çıkar ortaya. Kimine yeni bir masa lazımdır, kimine bir şemsiye, kimi minderlerini yeniler, kimi çiçeklerini.

İşte ben de bir Karşıyakalı olarak çocukluğumdan beri süregelen balkon gelenekleri kapsamında çalışmalara başladım.

Eski bir kitaplık vardı evimizde. Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımın, bir ev düzenleme gününde kitaplık kendini bizim evde bulmuştu. Yıllar içinde, yaklaşık 2 metre olan bu kitaplığın boyu, küçüle kesile yarım metreye kadar indi.

Şimdi bunu balkon keyfine dönüştürelim.
işte kitaplıktan geri kalan :)
Oğlumla birlikte salonun ortasına itekledik kitaplığı. Biraz yaşlanmış biraz da yıpranmış. Rengi de solmuş.

Ne zaman ve ne yapmak için aldığımı bile hatırlamadığım bir ahşap koruyucu bulduk evde. Cuprinol Woodart Classic Vernikli Ahşap Koruyucu yazıyor üzerinde. Ceviz ağacı rengi, renk kodu da 6439. İç ve dış ahşap yüzeyler içinmiş ve renk gücü yüksekmiş.  Böylece kitaplığımızın rengi yenilenecek hem de hava şartlarına dayanıklı olacak. Rastgele, deyip başladık. Yaklaşık yarım saatte tamamı boyanmış oldu. 

Boyadık ve İzmir güneşinde kurumaya bıraktık.
Ahşap koruyucunun üzerinde yazanlar gerçekmiş, renk gücü gerçekten yüksek :)

İster çiçekler için bir raf ...



Ertesi sabah balkon rafı kimliğine bürünmüş kitaplığımız iyice kurumuştu.











ister akşam keyfi için bir bank...

Rafın bank haline gelebilmesi için evdeki parça pinçik kumaşlardan bir minder yaptım. Patchwork yapmayı aslında bilmiyorum, sadece internetten okuduklarımla denemeye karar verdim. Bu yüzden bu işin erbaplarından da özür diliyorum.

Kendimce renklerini birbirine yakıştırdığım kumaşlar seçtim.12 cm.x12 cm. kestim kumaşları ve dört tarafından 1'er cm. dikiş payı vererek makine çektim. Arkası içinse pek bir işe yaramayan bir canvas kumaş kullandım.  Bir de ütü masalarına destek yapmak amacıyla satılan, 47cm.x120 cm. kesilmiş olarak satılan süngerlerden aldım. Kılıfın içine süngeri sabırla yerleştirip ( ki burada sabır şart) açık kalan yere de makine çektim. Oldu :)

Bu minderde fermuar falan yok. Çünkü fermuar dikmek zor. Zaten bu şekilde de çamaşır makinesinde rahatlıkla yıkanabiliyor. O zaman boş yere zorlanmaya gerek yok :) Bu arada bu minderin adı 'çingene'.

Şimdi çekmecelerinde balkon mumluklarımı ve saksı küreklerimi saklayabildiğim, akşamları ayaklarımı uzatıp kahvemi içebildiğim bir bankım var :)