26 Temmuz 2013 Cuma

Deniz kabukları

Deniz kabuklarını severim, çünkü hep çocukluğumu hatırlatır bana.

Biz deniz kenarında büyüyebilen şanslı çocuklardandık. Annem de babam da denizi sever, denizi öğretirdi.

Yüzmeyi öğrendiğimde sekiz yaşındaydım. Öğrenene kadar da biraz ürktüm denizden. Bu yüzden kolluk, can simidi, palet, deniz gözlüğü gibi ekipmanların tamamını üzerimde taşır ama denizden dudaklarım morarmadan da çıkmazdım. Denizden donarak çıktığımda annem koşup havluyla sarardı beni. Babam da ne yazık ki bu anları fotoğraflarla ölümsüzleştirirdi :) O kadar malzeme ve üzerimde de havlu, uzun ıslak saçlar ve morarmış, titreyen dudaklarla korku filmlerinden çıkmış deniz canavarları gibi görünürdüm. Ve bu şekilde onlarca fotoğrafım var :))

Morarmam ve titremem geçene kadar yüzmeme izin yoktu. Bu yüzden deniz kabukları toplardım. Yüzlerce, binlerce deniz kabuğum oldu yıllar içinde. Bu yaşıma geldim hala sakladıklarım var ve halen topluyorum.

Sekiz yaşımda yüzmeyi öğrenince Nildeniz marka turuncu paletlerimin ve deniz gözlüğümün benim bir parçam olduğunu sanmaya başladım :) Ve denizin altını o zaman keşfettim. İşte o zaman, deniz kabuklarının suyun altında daha da güzel olduklarını anladım. Bir de denizatlarının ne güzel salındıklarını.
Sonra da yoldan çıktım zaten. Evde bir yosun koleksiyonum vardı, odamı korkunç kokuturdu. Bir de evcil ahtapotum oldu. Mavi plastik leğende besledim. Bakkala falan giderken de 80'li yılların meşhur plastik sepetlerinde gezdirirdim onu. Kollarıma dolayıp dolaştırdığımda ise garip garip bakardı insanlar Çandarlı'da. Sanırım mahalleli deli olduğumu düşünüyordu :) Çok sevdim ben denizi.

Bir süredir de - elimden geldiğince- oğluma öğretiyorum denizi, denizin altını, denizle anlaşmayı.

Bu hafta biraz deniz kabuklarıyla özlem giderdik :)

deniz kabuklarım



16 Temmuz 2013 Salı

Diktim, dikiyorum, yine dikeceğim....

Bu İzmir denen yer çok sıcak ya, insanın ömrünü yiyor ya bu sıcak onun için vakit geçirebilmek lazım. Vakit geçirmeyi öğrenmek lazım. Ben de bir yol buldum. Dikiş dikiyorum.Demiştim ya ,blog yazmadım ama boş da durmadım, diye. Durmadım işte. Kumaşlar, keçeler, makaralar, kurdeleler, dikiş makinesi çıktı ortaya. Ev darmaduman :)

''Çilli Horoz''ları sipariş üzerine 40 cm x 40 cm olarak yaptım. Deseni yapmak için keçe kumaşı kullanıyorum. Minik minik şekilleri kesip, kumaşa yerleştirip sonra da el dikişi ile dikiyorum. Sonra da kumaşı yastık haline getirmek gerekiyor tabi ki. Keyifli iş, hem de rehabilitasyon :)

Çilli Horoz














Kavuşma


Sipariş falan almadan, keyif için de bu balıkları yaptım. Beyaz kanvas kumaş üzerine koyu lacivert keçe kumaşı ile. 















Bu masa örtüsünün adını da 'Şarabi' koydum. 140 cm x 140 cm ölçüsü, bej rengi keten kumaş üzerine şarap rengi ve koyu yeşil keçe kumaş kullandım . Örtünün ortasında üzüm motifleri, her köşesinde de birer minik yaprağı var. 
Şarabi

Ben devam ederim bunları dikmeye, e o zaman rastgele...

'Bir bardak da benden...'

Ne zamandır yazamadım. Aslında kendime söz vermiştim her gün yazacağım diye, olmadı işte. Tatsız bir zaman geçirdik,  ama geçirdik bitti.

Bu sırada boş durmadım. Emiralem çileğinin son zamanlarıymış. Canım oğlum için reçel yaptım mesela.

3 kilo Emiralem çileği aldım. Güzelce ayıkladım, yıkadım. Kocaman bir tencereye doldurup üzerine 3 kilo toz şeker döktüm. Benim annemin ölçüleri harikadır. Ama her ölçüye bir ek mutlaka vardır. 'Bir tutam da benden..' ya da 'bir bardak da benden...' ya da 'bir fincan da benden...' ölçüsüdür bu. Yani tüm tarif, ölçüye göre uygulanır ve gözün kestiği bir miktar 'bu da benden... ' denerek eklenir :)

İşte benim çilek reçeli tarifi de bu: 3 kg çilek, 3 kg şeker +1 bardak da şeker benden.

Çilek ve şeker bir arada 1 gece bekliyor, sabah güzelce kaynatılıyor. Ocaktan indirmeye yakın 3 çay kaşığı limon tuzu ekleniyor.Biraz daha kaynatılıp ocaktan alınıyor. Sonra reçelin taneleri ayrılıp, suyu İzmir'in kuvvetli güneşinin ellerine bırakılıyor. 2 ya da 3 gün güneşte bekliyor. Sonra hazır işte.

Daha ne olsun. Mis gibi reçel kokusu eve siniyor. Bir hafta çilek kokusu soluyor insan. O zaman da çocukluk günleri hatırlanıyor.

Ben çocukken öyle kavanozda reçel almak yoktu ki. Annem yapardı reçelleri. Çilek, vişne, kızılcık, kayısı, ayva. Hiç bitmezdi o zaman evde reçel. Kavanozlara doldurulur buzdolabının alt raflarından birine yerleştirilirdi.Bittikçe yeni bir kavanoz çıkardı ortaya. Ve tabi evler arası bir reçel transferi olurdu mutlaka. Her anne yaptığı reçelden ufak bir kavanoz da komşularına verirdi. 'Ben bu sene marmelat yaptım', ' tühh vişnenin zamanını kaçırdım ' gibi sohbetler olurdu. İşte o zamanlarda evlerde hep çilek kokusu olurdu.

Benim çilek reçelleri de hazır. Kimisi hediyelik , kimisi yemelik :)


Şimdi kayısı zamanını bekliyorum, rastgele...